Irk, Etnisite ve İnanç Temelli Ayrımcılıkla Mücadele Komitesi

Yaşadığımız koşullarda her bireyin/grubun kimliğini oluşturduğunu kabul ettiği (cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, etnik, sosyal veya ulusal köken, cinsel yönelim, felsefi ve siyasi görüş, vb.) aidiyetleri sürekli teşvik edilmekte ve kışkırtılmaktadır. Ancak aynı zamanda  kimi bireyler/gruplar; “asıl özne”kabul edilen diğer bireyin/grubun sahip olduğundan farklı  kültürel/kimlik aidiyetleri nedeniyle “öteki” konumuna  sokulmakta ve (ötekileştirme ile baskılanan) bu aidiyetleri nedeniyle  dezavantajlı  siyasal, sosyo/kültürel, ekonomik, hukuksal koşullar altında  yaşamak zorunda bırakılmaktadır.Dolayısıyla bu kişi ve/veya gruplar; haklardan, hakları eşit şekilde kullanma olanaklarından sürekli mahrum edilmekte ya da ciddi engellemelerle ve mağduriyetlerle maruz kalmaktadır. Kültürel aidiyetler alanındaki bu eşzamanlı kışkırtma/baskılama paradoksu,  günümüzde tüm siyaset biçimlerinde hakim olarak yaşanmakta; ırkçılık, ayrımcılık, önyargı, nefret söylemi ve nefret suçları da bu paradoksun kesişme noktalarını oluşturmaktadır.

Refah devletine bağlanan umutların artık bittiği, krizin bir hayat  tarzı haline geldiği, her  tür kemer sıkma önleminin (ücretlerde kesinti, sağlık ve eğitim hizmetlerinde kısıntı, iş güvencesinde azalma) eşliğinde  ekonomik bir  olağanüstü halin süreklileştiği bu dönemde devlet gücünü kullanan hükümetler yalınzca, depolitize bir uzman idaresi ve çıkarların koordinasyonundan ibaret bir işlev görmekte; insanları bu tür siyasete  seferber etmek için de   “korku”yu  (toplum içinde farklı olandan  korku, göçmenlerden korku, suçtan korku, devletin yüksek vergi ve denetimle aşırı yüklenmesinden korku, ekolojik felaketten korku vb.) kullanmaktdırlar. Bu amaçla da farklı din, dil ırk, cins, inanç, vb. karşıtı söylemler, siyasetin merkezine oturmuş bulunuyor. Bu anlamda; bugün hoşgörülü liberal çokkültürcülüğünün hüküm sürdüğü geç kapitalist toplumlarda, merkezi insan hakkı olarak giderek  öne çıkmakta olan “rahatsız edilmeme hakkının” aslında  “ötekilerden güvenli bir mesafede tutulma hakkı” olarak geçerli olduğunu görmekteyiz.Bu çarpıcı gerçeklik, ayrımcılık (ırkçılık ve nefret suçarı) alanında var olan diğer bir paradoksu ifade etmektedir. O da; Hükümütler -yukarıda açıklanmış olduğu üzere- bir yönü ile ayrımcılık, ırkçılık gibi söylem, eylem ve olguları  kendileri örgütlerken; bunları önleyecek ve yarattıkları ihlalleri ortadan kaldıracak önlem ve mekanizmaların da ancak aynı Hükümetler tarafından alınabilecek olması gerçeğidir.

Oysa çok kültürlü toplumların hukuk devletinde kendine özgü kolektif kimliklere sahip grupların, altkültürlerin,  farklı kimlik aidiyetleri olan bireylerin eşit haklarla bir arada varoluşu ancak, bunların “etik entegrasyonun ve siyasi entegrasyonun (iki entegrasyon arasındaki fark korunarak) bir arada gerçekleştiği ortak bir siyasi kültürün” oluşması ve sürdürülmesi ile  mümkün olabilir.  Etikle biçimlendirilmiş bu  siyasi kültürü oluşturmak, entegre edilmiş bir arada var olan farklı yaşam biçimleri karşısında tarafsız işleyecek bir hukuk düzeniyle birlikte var olmasını ve sürmesini  sağlamak siyasetin işidir.

Ancak, bu örtüşmenin yaşandığı yerde de Habermas’ın  deyimiyle “iki düzeydeki entegrasyon arasındaki fark kalkacak, çoğunluk kültürü farklı kimlik ve kültürel yaşam biçimlerine eşitlik tanımayarak, devletsel ayrıcalığı zorla ele geçirerek ve birbirini tanıma hakkını çiğneyecektir” tıpkı bugün yaşadığımız gerçeklikte olduğu gibi.