Engellilik Temelli Ayrımcılıkla Mücadele Komitesi

Her toplum; dil, inanış, etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim, yaş, bedensel yapı vb. bakımlardan farklı özelliklere sahip bireylerden ve bu bireylerin meydana getirdiği kümelerden oluşmaktadır. Farklılığın niteliği, derecesi, nedenleri ve yol açtığı sorunlar, söz konusu bireylerin toplumsal konumlarını da belirlemektedir. Farklı özellikleri ve gereksinmeleriyle dikkati çeken toplumsal kümelerden biri de engellilerdir. Engelliler toplumsal çeşitliliğin en özgün ögelerinden ve renklerinden birini meydana getirmektedirler. Bu niteliğiyle her toplumda sayısal açıdan önemli bir ağırlığa sahiptirler.

BM Sağlık Örgütü’nün verilerine göre engelliler, dünya nüfusunun, yaklaşık olarak, gelişmiş ülkelerde %10’nu, gelişmekte olan ülkelerde ise, %12’sini oluşturmaktadır. Bu verilere göre, gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’de 10 milyon dolayında engelli nüfusun bulunduğunu varsayıyoruz. Varsayıyoruz; zira ülkemizde sağlıklı istatistikler olmadığı gibi, çeşitli ölçütlere göre ayrıştırılmış verilere de pek rastlayamıyoruz. En son 2002 yılında Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü ve Devlet Planlama Teşkilatının 100 bin hane halkı üzerinde yapmış olduğu alan çalışmasında nüfusun %12,29’unun engelli olduğu saptanmıştır. Bu durumda BM Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerini ülkemiz için doğru kabul edebiliriz. 6 Şubat depremi sırasında çok sayıda yurttaşımızın sakat kaldığı bilinmektedir. Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayip Erdoğan A Haber televizyonuna verdiği bir röportajda bu rakamı 850 bin olarak açıklamıştır. Her ne kadar somut tespitlere dayanmayan bu rakamı kuşkuyla karşılasak da ülkemizdeki engelli sayısının 11 milyona yaklaştığını söyleyebiliriz. Yine BM Dünya Sağlık Örgütü, dünyada 850 milyon engellinin yaşadığını belirtmektedir. Bu durumuyla engelliler, dünya nüfusunun en büyük azınlığını oluşturmaktadır.

Engelliler konusunda doğru bilinen pek çok yanlış vardır kuşkusuz. Ancak biz burada çok yaygın olan ikisine değineceğiz. Birincisi, “pozitif ayrımcılık” söylemidir. Devlet ve siyasal parti yetkilileri, sık sık engelliler için yaptıkları çalışmaları “pozitif ayrımcılık” olarak sunmaktadırlar. Örneğin, bir belediye yetkilisi, belediye binasına bedensel engelliler için yaptırmış olduğu rampayı bile pozitif ayrımcılık olarak açıklamakta bir sakınca görmemektedir. Oysa yaptığı iş, bedensel engellinin erişilebilirlik sorununu çözmek için yaptığı makul düzenleme kapsamında basit bir önlemdir. Ne ki, bu söylemiyle engelli bireye adeta ayrıcalık yapıyormuş gibi lanse etmiş olmaktadır. Ayrımcılık özünde negatif bir kavramdır. “Pozitif” nitelemesiyle ayrıcalık yapılıyormuş çağırışımı uyandırılmaktadır. Bu yüzden “pozitif ayrımcılık” kavramı uluslararası ayrımcılık literatüründen çıkarılmıştır. Nitekim Sözleşmede hiçbir suretle kullanılmamaktadır. Daha çok “makul düzenleme, pozitif eylem, pozitif önlem, özel önlem” gibi ifadeler kullanılmaktadır. İkinci olarak, bazı sivil toplum yöneticilerinin, toplumda sakatlık sorununa dikkat çekmek ve duyarlılığı artırmak amacıyla “herkes bir engelli adayıdır”. savını dile getirmesi, tamamıyla yanlıştır. Elbette ne zaman kimin başına ne hal geleceği bilinemez. Bugün sağlıklı olan yarın her hangi bir nedenle sakatlanabilir. Ancak bu söylem, engellilere karşı duyarlılığı artırmak için işe yaramaz. Tam tersine, büyük bir korku ve ürküntü yaratır. Sorundan kaçılmasına, görmezden gelinmesine, “yüzümün gözümün sadakası olsun” diye kefaret olarak sadaka verme isteğinin güçlenmesine yol açabilir.